Yabancilar türklerden daha çok biliyor ve dinliyor ...
Vay mala te ava
Sanatı insanlığınıza ve kalbinize değen yerinden yakalayın.Birbirinize hakaret için kullanmayın.İkrah geldi bu bayağılıktan.Bu kadar saygısız ve sevgisiz bir halk olmak marifet midir?
nasıl bir ses ve yorum.ses mükemmel.saygıyla ruhi su
SADECE TÜRKÜ , İZMİR'DEN SELAMLAR
Erkan oğur yorumu daha iyi ama Ruhi Su'da enfes söylemiş.
Abimin sesi hala kulaklarimda,bu sarkiyi gur sesiyle soylerdi kucucuk evimizde, belki sene 1944-45 .
Üstat Ruhun şad olsun
açık ara en yüreğe dokunan yorum, Ruhi su babadan gelmiş
Hep farklıydın ondan olacak ki hep sevdim
Ne muhteşem bir ses ve yorum cok sevdigim bir sanatcidır ruhi su ..Atatürk'ün sevdigi şarkiları en güzel söyleyen insandir .tşk güzel insan ruhun şad mekanin cennet olsun Bir Alevi olarak seni cok seviyorum..
Geniş Aİleden Gelenler
Makamin cennet olsun büyük usta
Beğenmeyen 83 kişi Zahit'in tan eyledikleri
'' Usludan yeğdir delimiz '' ...
Ruhi "Su" gibi azizsin.
Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van'da doğdu[1][2][3]. Anne ve babasının kim olduğunu Ruhi Su'nun kendisinin de bilmediği gibi, haklarında da hiçbir bilgi yoktur.[4] Oğlu Ilgın Ruhi Su, "Babamın 1912'de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek" demiştir.[5]Çocukluğunun büyük bir bölümünü, evlatlık olarak yanlarına verildiği yoksul bir aile ve daha sonra da Adana Öksüzler Yurdu'nda (Darül Eytam) geçirdi. Bir ara İstanbul'da askeri okullarda okudu, ancak müzik sevgisi onu yeni arayışlara itti. Adana Öğretmen Okulu'nda okurken, Ankara'ya Müzik Öğretmen Okulu'na (Musiki Muallim Mektebi) girmeyi başardı. 1942'de Ankara Devlet Konservatuvarını`nın Şan bölümünü bitirdi. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu`nda sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yaptı. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservatuvarın opera bölümünde de okudu ve daha sonra da Devlet Operası'nda çalıştı. Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca, Yarasa, Aşk iksiri, Rigoletto, Figaro'nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos gibi operalarda rol aldı. Türk Opera Sanatı'nın temelinde Ruhi Su'nun da katkısı büyüktür.Ankara Radyosu'nda onbeş günde bir yayınlanan türkü programları (Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor) düzenledi; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi`nde büyük bir koro oluşturdu. Aldığı klasik batı müziği eğitimi, ömrü boyunca kendini adadığı türkülerin yorum ve icrasına yaklaşımının kurumsal temelini oluşturdu.Ruhi Su, sosyalist dünya görüşü nedeniyle 1952-1957 yılları arasında 1951 TKP tevkifatı dolayısı ile hapis yattı. 1960'ta İstanbul'da Taksim Belediye Gazinosu'nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da 'Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor' anonsuyla sunulan bir radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği "Serdari Halimiz Böyle N'olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak" türküsü nedeniyle halkı sınıflara ayırmak yoluyla Komünizm propagandası yapmaktan radyodaki işine son verildi.Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzünden aleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybeden sanatçı, türküleri derleyip, yeniden yorumlama işine kendi başına devam etti. 1975'te Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978'den sonra ürettiği kasetlerle halk müziğinin, yaygınlaşmasına büyük katkıda bulundu. Aydınlara türkü dinlemeyi öğreten kişi olarak da bilinir.Ruhi Su ilk kez 1977 yılında Ahmet İsvan ve Necdet Uğur'un yoğun uğraşıları sonucu pasaport alabildi. Almanya, Hollanda, Belçika, İngiltere, Fransa ve Avustralya'da konserler verdi. Pasaportunun süresi doldu
zahid bizi ta'n eylemehak ismin okur dilimizsakın efsane söylemehazret'e varır yolumuzsayılmayız parmağ iletükenmeyiz kırmağ iletaşramızdan sormağ ilekimse bilmez ahvalimizerenler yolun güderizçekilip hakk'a giderizgaza-ı ekber ederizimam ali'dir ulumuzerenlerin çoktur yolucümlesine dedik beligören bizi sanır deliusludan yeğdir delimiztevhid eden deli olmazallah deyen mahrum kalmazher seher açılır solmazbahara erer gülümüzmuhyi sana olan himmetaşık ise cana minnetelif allah mim muhammedkisvemizdir dalımızMuhyi
EFSANE BE
Ağzına sağlık Ruhi Baba. Bizim ozanlarımız dert yükü ile yüklü olan halkın ağzı, dili ,sesi ve kulağıdır.
Müziğin ordinary profesorudur Ruhi Su !
bizim boyle orjinal boyle insana derinden anlam koyan deyerlerimiz var dostlar farkimiz bu..ruhun sad olsun ruhi su
bir insan nasıl ruhi su'yu beğenemz anlayamıyorum.
Olesim gelio dinledikce
Gerçekten ruhi su dan daha iyi ıkuyan yok bu parçayı
bu ruhi su zamanında ahmet kayaya siktir çekmiş senden sanatçı olmaz diye..
Onur Gücer yanılmış ama.
Ahmet kaya onu sevmekden vazgeçmemiş ama
Ne alaka?!!!
Savaşın ortada, darbenin mahrum bıraktığı çocuklardan Mehmet Ruhi Su. Sesindeki duygularda saklı güzel insan. Huzur içinde uyu.
Beğenmeyen faşist ampuller :)
Əgər qadın bir məktəbdirsə, bu məktəbi məzun olaraq sənlə başa vurub. Artıq universitetə hazırlaşmaq istəyirəm. Mahnının məktəblə əlaqəsini universitetdə öyrənəcəyimə söz verirəm :(
Muhteşem bir yorum...
Bu nutk-i şerîfin sâhibi Tarîk-i Halvetiyye ricâlinden Bezcizâde Şeyh Mehmed Muhyiddin Efendi Hazretleri aynı zamanda çok kıymetli bir mûsıkîşinâs ve bestekârdır. Bektaşi nefesi diye bilinir ama yanlıştır.
ya arkadaş araya o küçük ibomudur nedir onu neden koymuşsun allah aşkına komedi yaw :DD
Ruhi su su gibi okumuş rahat Erkan oğur duygusundan sanki biraz yoksun gibi enstrümantal olaraktan Erkan oğur önde duruyor duygu kaybı tabiki oğurdan sonra dinleyince etki anlaşılıyor
4 dakika27 saniye kalbim durdu amk o kadar güzel soyluyor ki adam ❤
Ulaş Bulut kardeş o nasil yorum ☺
keske yeni nesil alevi genclere bektasilik anlatilsaydi da bu hallere dusmeselerdi. biyanda her turden meshep fasistleri bir yanda bunu kurcalayan ithal dinciler ya da ozgurlukculer.
beni aldı başka yerlere götürdü sanki
türküler ölmez
bu nasıl bir yorumdur usta...
Ahmet Hakanin en sevdigi sarkidir 😉
Şarkı değil!
ışıklar içinde..
laikler diyor gavat.Hedef belli.
gördük sizin anlı seccadeye değen şerefsiz fetöcülerinizi
+Beyaz Gelincik onlar bizim degil aqpnin olacakti.;))))tek sevdamiz Yüce Atatürk'tür.
vanlı şanlı ruhi su
Günümüz dümbeleklerinin hiçbiri Ruhi Su'nun tırnağı bile olamaz. Saray soytarısı alayı!
Muhyi Zahid Bizi Tan EylemeHak İsmin Okur DilimizSakın Efsane SöylemeHazret'e Varır YolumuzSayılmayız Parmağ İleTükenmeyiz Kırmağ İleTaşramızdan Sormağ İleKimse Bilmez AhvalimizErenler Yolun GüderizÇekilip Hakk'a GiderizGaza-Yı Ekber Ederizİmam Ali'dir Ulumuz Erenlerin Çoktur YoluCümlesine Dedik BeliGören Bizi Sanır DeliUsludan Yeğdir DelimizTevhid Eden Deli OlmazAllah Deyen Mahrum KalmazHer Seher Açılır SolmazBahara Erer GülümüzMuhyi Sana Olan HimmetAşık İsen Cana MinnetElif Allah Mim MuhammedKisvemizdir Dalımız
Alevi kardeşlerimizin halk müziğimize çok büyük katkısı hatta ötesi halk müziği bugün varsa Alevi kardeşlerimize borçluyuz.laik rejim her ne kadar batı müziğini dayatmışsada,bağlama çalmanın ayıp sayılıp aşağılandığı alay konudu olduğu dönemlerde onurluca ve hiç komplekse kapılmadan sazını omuza takıp başı dik yürümüş ve halk müzığini bugünki zirveye taşımıştır.tüm alevilere ve halk müziği Sevenlere saygılarımla
Şahin Atmaca FIRAT METAL . sen de affedersin sahinsin. Insan bi laf etmeden once bir dusunmeli ben kimim diye? Sen de Allah in bir kulusun, belki de hic tanimadigin Ermeni de. Allah in onunde ne farki var farkli milletlerin? Affedersin Ermeni ne demek? Ben bir Turk vatandasi olarak bu yorumdan utandim yemin ediyorum.
Belge nerede? Hangi dönem Türkçe yasaklanmış?
@Paul Pentony Öncelikle Osmanlı'nın döneminde Türkçe yoktu Osmanlı ve Azeri birleşimi Osmanlıca Türkçesi adlı konuşma vardı.
@Paul Pentony 2.si Öz Türk denilen kişileri Doğu da ki Saf ozanları,şairleri, aşıkları nasıl dersinizDaha Öz Türklerin nerelerde kaldığını bilmeden yorum yapmayalımEyyy insan Evladı
Bu dinlediğin bi türkü değil yazan kişininde alevilikle alakası yok halfeti tarikatından mehmet muhyiddin efendidir.
sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile ayvallah...
onun gibi bir ses dünyaya gelmez al ah rahmet eylesin
ulan adam ossursa türkü söyler
Bok yiyen
Ne iğrenç bir yorum!
eseri yorumlayan okuzlere, bu OSMANLI yeniçerilerin eseridir, SAG SOL YOBAZ ÇAPULCU KOMUNIST degil.. kendi gelmeden tasaklari iki gun once gelen askerin yani. Sözleri ideolijinize çekmeyin. Altinda kalirsinuz
Alevi değilim aleviler olmasaydı ne osmanlı olurdu ne de Türkiye.
Bence tarihini dizilerden değil tarih kitaplarından öğrenmelisin.bütün yeniçeriler bektaşi idi.devlet sünni ordusu alevi..bence sen bunu araştır.neden devlet sünni ordusu alevi.?
Yeniçeriler zaten bektaşi ve alevi ocaklarına bağlı, o kültür ile yetişmiş adamlardı?
Şehzadelerin yemin töreninde Padişah ve Yeniçerilerin önünde Yemin yapılırdı Alevilerden gelen sözlerdi onlar.Yemin olsun Bektaşi'ye HUUUU Ayrıca Yeniçerilerin ilk başlangıcı Alevilerdendir Bir zaman sonra ( Yavuzdan sonra denine bilir) Çok çok az Alevi Yeniçeri kalmıştır. Çoğu devşirme ve Türk kökenli olmuştur
Dedi sıgir adam
Ruhi Su ölümsüzdür.
o begenmeyen 18 kisinin amk
Ölümsüz bir Ses ve Karakter
17 diss atanlar, o indirme butonu değil
yok be indirme butonu sananlar mi var :D
Böyle büyük yürekler õlūmsūz ve daima õnūmūzde.Yūreğimizde cesaret ve aşk ateşimizi coşturuyor selam olsun sana ey õlūmsūz dost.
sağlığında bircok kez dinlediğimiz rahmetli ruhi su cumhuriyet ve atatürk devrimlerinin en büyük savunucusuydu ve cumhuriyetin yetiştirdiği sanatcılarının en iyisiydi ve bircok genc sanatcı yı güzel sanatlar akademisi öğretim üyesi iken yetiştiren bir kişidir .12 eylül öncesinde okulun giriş kapısının üzerine FAŞİST SALDIRILARDAN AMAC SIKIYÖNETİMİ GETİRMEKTİR.diye yazdırmıştı. öylede oldu bu yazıdan 2 yıl sonra faşist kenan evren 1 yıl bekledik olgunlaşsın diye ondan sonra darbe yaptık dedi.öylede oldu 1 yıl önce iran gerici devrimi ni ile iranı kaybettiğinin gören amerika türkiyeyi garantiye almak için darbe yaptırdı
tevella ve teberra....
Çanakkale savaşını,Şeyh Bedrettin destanını,Ankaranın taşını,mahsus mahali anlatan birisi cumhuriyetin,Atatürkün düşmanı olabilir mi ahmaklar?O bu özgürlükleri kendi çıkarına kullananların dostu olmamıştır.Fazla yazmayayım hazrete varacak yolum.
hû.. ey dost..
su beyenmegen ampul kafalara sokayim emi
Imat Han *Ama sonra da gidip Alevi yi katleden insanlara oy veriyorsun, Tek göz odalı Hz Muhammed in ümmetiyiz diyip 1050 odalı sarayda yaşayanlara oy veriyorsunuz, bu çok tuhaf*
Hahahahah cildirdim xdd
ern ern chp alevileri katletmedi mi? Akp ne zaman alevi katliami yapti delili ile acikla anani sikerim
Alevi katliamlarına bir bakın,lütfen.İktidarda hangi parti var?!CHP.Mesela:Maraş Olayları'nda CHP iktidar,Ecevit Başbakan.Bunda biz sünnilerin suçu ne?! Sivas Olayları'nda SHP(CHP) iktidar ortağı.Olaylar iktidarın bilgisi dahilinde provoke edilerek önceden planlanıp tezgahlanmıştır.Her sene Yıldızeli ilçesinde yapılan program o sene Sivas'ta yapılıyor.Bunu kendi kendinize niye sormuyorsunuz?! İktidarda SHP (CHP) bayağı yıpranmıştı.Tabanını kaybediyordu.Refah Partili Sivas Belediyesi ise ayrım gözetmeksizin Alevi Mahallelerine güzel hizmetler götürüp onların gönlüne giriyordu.Rejim zıtlıklar sayesinde ayakta kalıyordu.Alevi-Sünni,Türk-Kürt paradigmaları üzerine bina edilmişti.Bütün Firavuni sistemler böyledir.Rejim bu paradigmayı ortadan kaldırmaya kalkanı ortadan kaldırıyor.İşte Refah Partisi'nin Alevilerin gönlünü kazanmaya başlaması üzerine sistemin sahipleri devreye girip Sivas Olayları'nı tezgahladı.Cesur hırsız ev sahibini bastırırmış misali suçu da sünnilerin üzerine atıyorlar.
@Eronred Şunu hiç bir zaman anlamıyacaksınız Eyy değişik insan seniBenim önümde 10.000 odalı sarayda da yaşasa ben 1 odalı evde de yaşasam benim önüme gelip Allah diye bağırsa benimle beraber. Ona veririm oyumu isterse kandırsın beniKendime ve Allah'ıma inancıma göre böyleyim ben ! Anladın
su gibi temiz bir ses
çok ğüzel
اغنية جميلة و معبرة عن الزهد الطاهر النقى
ÇOK GÜZEL YAA GERÇEKTEN SÜPER
Nefesin (şiirin) uzun versiyonunu naçizane açıklamaya çalıştım. Gerçeğe Hü. Mümine Ya Ali.Zahid bizi ta'neylemehak ismin okur dilimizsakın efsane söylemehazret'e varır yolumuzsayılmayız parmağ iletükenmeyiz kırmağ iletaşramızdan sormağ ilekimse bilmez ahvalimizAçıklama: Zahid bizi ayıplayıp durma çünkü biz Allahın gerçeklik sıfatı olan Hak ismini okuyoruz. Sakın bana sana öğretilen dini efsane ve masalları anlatıp durma zira ben kerametleriyle şaşkınlık uyandıran Hazreti Aliye bağlıyım. Senin efsane ve masalların bende şaşkınlık uyandırmaz. Ve bizler sanıldığı gibi azınlık değiliz parmaklar ile sayılamayacak kadar çokuz. Tarihler boyunca katlettiğiniz halde tükenmeyiz. Bizi bizden olmayan taşralara, dışardakilere sorma. Bizi bizden başka tanıyan yoktur.erenler yolun güderizçekilip hakk'a giderizgaza-yı ekber ederizimam ali'dir ulumuz erenlerin çoktur yolucümlesine dedik beligören bizi sanır deliusludan yeğdir delimizAçıklama: Biz gerçeğe ermişlerin yolunu izleriz. Bu nedenle ki Allahın gerçeklik sıfatı olan Hakk sıfatına doğru adım atarız. Bizim savaşımız büyük bir savaştır gazayı ekberdir. Çünkü bizim yolumuzun önderi İmam Alidir. Ve bu savaş insanları gerçeğe ve doğruya çağırma savaşıdır. Dediklerimizi küçümseme ve bizleri deli sanma çünkü Allahın seçkinlerinin yolu çoktur. Ve sizin akıllılarınızdan daha yeğdir bizim delilerimiz.tevhid eden deli olmaz allah deyen mahrum kalmazher seher açılır solmazbahara erer gülümüzmuhyi sana ola himmet aşık isen cana minnetelif allah mim muhammedkisvemizdir dalımız Açıklama: Allahın birliğini tevhitleyen ve onun ismini anan deli olmaz ve doğruluktan mahrum kalmaz. Elbet çabalarımız birgün bahara erer ve insanlık doğruluk yoluna girer. Ey muhyi sana yardım erişsin bu uğurda. Çünkü bu aşıklık yoludur ve aşıklar zahmet çeker. Elif doğruluktur ve Allahtır. Mim İse Muhammeddir ve o Allahın doğruluk yolundaki mührüdür. Giysimiz ise Allahın Muhammedin bize armağan ettiği İnsanlık kisvesidir.
Bu güzel yorumu kaydettim
eğer öğretilen dinden maksat islamsa ,islamda masal ve efsane yoktur.hz aliye nispet edilen uyduruk kerametler de çoktur.hz aliyi de çok severiz siz alevi kardeşlerimiz gibi.
sakın nefsane soyleme.
nefsinden konuşup kavgaya girme, hazrete varır soyumuz onları kırmış olursun .
Değişik formlarda söylenegelen bu ilahi, şairi Halvetî büyüklerinden Bezcizâde Mehmed Muhyiddin k.s. hazretlerinin ruhunu incitecek kadar farklı maksat ve anlamalara alet edilmektedir maalesef. Çünkü manzumeyi bir deyiş yahut türkü tarzında seslendiren bazı kimseler, ilahide kendi ideolojilerine destek bulduklarını düşünmektedir. Mehmed Muhyiddin Efendi’nin bu nutk-ı şerifini, 17. asırda tasavvuf ehline karşı besledikleri ölçüsüz husumetle maruf Kadızâdeliler taifesine verilmesi gereken bir cevap sadedinde kaleme aldığı fark edilecektir. İlahiyi bizim de doğru anlayabilmemiz için evvela şu Kadızâdeliler meselesini hatırlamamız lazımdır öyleyse.Kadızâdeliler, hemen her devirde karşılaştığımız tasavvuf aleyhtarlarının, yine her devirde dile getirilen benzer iddia ve ithamlarla, bu aleyhtarlığı düşmanlığa kadar vardıran tekfirci, müfrit tutumlarının 17. asır İstanbul’undaki tipik bir örneğini temsil eder. Tasavvuf ehline karşı zaman zaman devlet desteğini de arkasına alarak elli yıldan fazla sürdürülen bu düşmanlık, başlangıçtaki ilmî tartışma zemininden çıkarak dergâhların basılıp yağmalanmasına, dervişlerin darp edilip öldürülmesine kadar büyür. Bu düşmanlığın fitili IV. Murat döneminin Ayasofya camii vaizlerinden Kadızâde Mehmed Efendi tarafından ateşlenmiş, onun görüşlerine sahip çıkan selefîlik iddiasındaki diğer zâhir uleması Kadızâdeliler diye anılmıştır.Kadızâde Mehmed Efendi ve takipçileri İbn Teymiyye’nin tesiri altında tasavvufun bid’at olduğuna hükmetmişlerdir. Semâ ve devran zikrine; ezanın, mevlidin, Kur’an-ı Kerim’in makamla okunmasına, tasliye ve tarziyeye, yani Efendimiz s.a.v.’e salât ü selam getirilmesine ve Sahabe-i Kiram’ın “radiyallahü anh” diye anılmasına, türbe ve kabir ziyaretlerine, musafahaya karşı çıkarlar. Tütünü ve kahveyi haram kabul eder, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in ebeveyni ile Muhyiddin-i Arabî k.s. hazretlerinin kâfir olduklarını, devlet katında işlerin görülmesi için memur ve amirlere verilen para veya hediyenin rüşvet sayılmayacağını savunurlar. Bu ve benzeri iddia yahut itirazlarına muhalif olanları tekfir ederek onların katlini vacip görürler.Kadızâdelilere ilk muhalefet, o devrin Halvetî şeyhi Abdülmecid Sivâsî k.s. hazretlerinden geldiğinden, bu şiddetli ihtilafın tarafları Kadızâdeliler ve Sivasîler diye tesmiye edilmiştir. Kadızâdelilerin, Abdülmecid Sivâsî hazretlerinin halifesi Abdülkerim Çelebi’ye gönderdiği bir mektupta, “semâ ve devranı terk etmezlerse tekkelerinin basılacağına, kendisinin ve müritlerinin öldürüleceğine; dergâhlarının temeli kazılıp toprağı denize dökülmedikçe orada namaz kılınmasına müsaade edilmeyeceğine” dair tehditler, sanırız onların tutumlarını anlatmaya kâfidir.Kadızâdelilerin nifaka yol açan iddiaları, şiddete bulaşmaları, devletteki tayin ve terfilere giderek daha çok müdahale etmeleri zamanla sarayın hoşnutsuzluğunu celbetmiş, nihayet Fatih Camii’nde bir kalkışma için toplanmaları bardağı taşıran son damla olmuştur. Bir cuma günü ezan ve naat-ı şerif okuyacak müezzini susturmak, İstanbul’daki bütün tekkeleri yakmak, selâtin camilerinde tek minare kalacak şekilde diğer minareleri yıkmak, tecdîd-i iman teklifine yanaşmayan dervişleri öldürmek üzere Fatih Camii’nde toplanacaklarını haber alan devlet, nasihat fayda vermeyince hepsinin katline ferman çıkarmış, fakat daha sonra bu ceza sürgüne çevrilerek Kadızâdeli belası böylece def edilmiştir.İlahinin başında “zâhid” diye anılan muhatap, işte bu Kadızâdeli zihniyetiyle mâlûl vaiz yahut hocalardır. Zâhid, aslında zühd sahibi demektir ki zühd, yani dünyaya nispetle ahireti öncelemek; fani hayatın değil, ebedi hayatın saadetini gözetmek ve buna göre yaşamak manasına, dervişlerin de ulaşmayı arzuladığı bir makamdır. Fakat tasavvuf şiirinde zâhid, İslâm’ın zâhirinde kalan, müsamahasız, muhabbetsiz, hırçın, dar görüşlü, müslümanları her fırsatta cehennemle korkutan, icat ettikleri haramlarla mübah alanını sürekli daraltan, insanların meşrep ve meslek farklarını dikkate almayan sevimsiz bir tipi temsil eder. “Rind” denilen babacan ve gösterişten uzak karakterin zıddıdır.Zâhid’e bazı tasavvufî metinlerde yüklenen bu hususi ve olumsuz manayı zühd halinin reddi gibi anlamak yerine, bütün iticiliği, inadı ve husumetine rağmen tasavvuf düşmanlarını İslâm’ın dışına çıkarmayan, hatta onların bu tutum ve davranışlarını samimi ama cahilce bir zühd çabasına dayandıran bağışlayıcı bir yaklaşımın ifadesi gibi anlamalıdır. Böylelerinin samimiyetine inandığı içindir ki Mehmed Muhyiddin Efendi, “Zâhid bize, yani tasavvuf ehline ta’n eyleme” diye başlıyor söze. Ta’n etmek, kınamak, ayıplamak, kötülemek demek. Dilleri her daim Hak ismini okuyan, zikrullahla meşgul olan dervişlere ta’n eylemek elbette bühtandır. Sonra Kadızâde anlayışına bir ikazda daha bulunuyor ve “Sakın efsane söyleme” diyor. Bu mısradaki “efsane söylemek”ten kasıt, tasavvuf ve tarikatların asılsız, uydurma, yani bid’at olduğunu iddia etmektir. Halbuki bütün tarikatlarda meşayih silsilesi Hazret’e varmakta, Rasul-i Zîşân s.a.v. Efendimiz’e bağlanmaktadır.“Sayılmayız parmağ ile / Tükenmeyiz kırmağ ile” mısraları, kemiyete dayalı bir meydan okuma değildir. Burada tasavvuf terbiyesiyle kazanılmış bir keyfiyetin, dervişleri öldürüp sayılarını azaltmakla yok edilemeyeceği anlatılmaktadır. Nefslerinden geçerek tevhide ulaşmış sofilerin bâtınî hallerinin hakikatini, tasavvufa yabancı, o halleri yaşamamış insanlardan sorarak öğrenmek de idrak etmek de muhaldir. Onlar Hak Tealâ’ya varmak için Halvetî yolunda yürüyen dervişlerdir. Bunun için cihad-ı ekber’e yani nefs ile cihada koyulmuşlardır. “İmam Ali’dir ulumuz” mısraındaki İmam Ali, Mehmed Muhyiddin Efendi’nin mürşidi olan ve daha ziyade İdrîs-i Muhtefî lakabıyla tanınan, devrin meşhur melâmîlerinden Şeyh Hacı Ali Efendi k.s. hazretleridir.Mehmed Muhyiddin Efendi, Halvetî olmakla beraber ehl-i sünnet dairesindeki bütün tarikat ve meşrepleri hürmetle kabul ettiğini, “Erenlerin çoktur yolu / Cümlesine dedik belî” mısralarıyla anlatır. Melâmî meşrep olmaları sebebiyle onları görenler deli zannetmektedir ama tasavvuf ehli nezdinde Allah yolundaki delilik akıllılıktan yeğdir. Tasavvufta delilikten daha aşağı görülen akıl, “akl-ı meaş” denilen ve dünya nimetlerinden faydalanmak için kullanılan beşerî akıldır. Delilikten maksat ise dervişin aşkla kendinden geçmesi, dünyaya meyl etmemesidir. Fani olana aldanılmadığını gösteren bu tavır, delilik gibi görünse de aslında akl-ı meâd denilen ve ahiret saadetini kazanmak için kullanılan kalbin aklına tabi olunduğuna delalet eder. Dolayısıyla kimin gerçekten deli, kimin gerçekten akıllı olduğuna zâhire bakarak karar vermekten kaçınmak gerekir.Nitekim manzumede “Usludan yeğdir delimiz” mısraından hemen sonra “Tevhîd eden deli olmaz” denilmektedir. Zira tevhîd etmek, kesretin arkasındaki vahdeti görmek, Cenab-ı Mevlâ’nın varlığına, birliğine, kudret ve azametine şahit olmak, ancak akleden bir kalple mümkündür. Böyle bir kalple Allah diyenler, yalnızca Kâdir-i Mutlak olan Rabbinden isteyip tam bir teslimiyetle O’na sığınanlar, kendilerine vaat edilen nimetlerden mahrum kalmayacaklardır. Dervişlerin gönülleri zikrullahla her seher açılan ve solmayan bir gül gibi, her dem baharı yaşatmaktadır onlara. Bahar, İslâm’ı Sahabe-yi Güzîn hassasiyetiyle yaşamakla nail olunan Cemâl tecellileridir.Mehmed Muhyiddin hazretleri son kıtada, mürşid himmetiyle kalbine yerleşecek ilâhî aşkı cana minnet bileceğini söyledikten sonra, “Elif Allah, mim Muhammed / Kisvemizdedir dâlimiz” buyuruyor. “Elif Allah, mim Muhammed” mısraı, bu sözlerle başlayan ve sıkıntılı bir halden selamete çıkmak için yapılan bir duaya yahut Allah’ın birliğine ve Efendimiz s.a.v.’in muhabbetine işaret ediyorsa eğer, “Kisvemizdedir dâlimiz” mısraını ayırıp bununla, dört diliminde motif olarak dâl harfleri bulunduğu için “dâl tac” diye adlandırılan Halvetîlere mahsus bir başlığa göndermede bulunulmuş diyebiliriz. Tabii asıl anlatılmak istenen bu kisvedeki dâl harflerinin sayısı ve tertibine yüklenen manalar olmalıdır ki hayli teferruatlıdır. Son iki mısraı birlikte düşündüğümüzde ise, zikredilen elif, dâl, mim harflerinin “âdem” kelimesini vermesinden hareketle, şairin melâmî meşrep biri olarak âdemiyeti dışında bir kisveye iltifat etmediği manasına da ulaşabiliriz.Hülasa, manzume boyunca zikredilen hal, hareket ve alametler, dervişlerin tarîk-i Muhammedî’de olduklarına delildir ve bu yolda yürüyenlere ta’n eylemek insaf değildir
eser'in sahibi Muhyi mahlasını kullanır. 16.yy sonu 17yy başında yaşamıştır. Muhyi, Esma-ül Hüsna'da geçer yaratan anlamındadır ve Mahlas olarak bunu seçmiş olması Muhyi'nin müslümanlıktan ziyade Panteizme yakın olduğunun doğrudan kanıtıdır. Eser'in tamamı şöyledir;zahid bizi ta'neylemehak ismin okur dilimizsakın efsane söylemehazret'e varır yolumuzsayılmayız parmağ iletükenmeyiz kırmağ iletaşramızdan sormağ ilekimse bilmez ahvalimizerenler yolun güderizçekilip hakk'a giderizgaza-yı ekber ederizimam ali'dir ulumuz erenlerin çoktur yolucümlesine dedik beligören bizi sanır deliusludan yeğdir delimiztevhid eden deli olmaz allah deyen mahrum kalmazher seher açılır solmazbahara erer gülümüzmuhyi sana olan himmet aşık isen cana minnetelif allah mim muhammedkisvemizdir dalımız ve evet bu eser devrimcilerle özdeşleşmiştir, zira dünün osmanlı'sında gadre uğrayan alevilerin yerini bugünün Türkiye'sinde İşçiler, köylüler almıştır.(aleviler, Kürtler demokratik sorunlar yaşayan başka kesimlerin sorunları da devam etmiştir.) Dün'ün Pir Sultan'ının yerini 40 sene önce Mahirler, İbolar; Bugün Ethemler Berkinler almıştır.
+Serdar Irmak küfretmekte sizin gibilerin işidir karıştırma biz alevi kültürüyle hacı bektaş veliyle mevlanayla büyüdük, siz? padişahın kölesi oldunuz , bi salağın arkasından savaşa çıktınız, yenildiniz, ingiliz köpeği oldunuz, Atatürk geldi kurtardı , içkici ayyaş dediniz, asıl kabınıza siz pislediniz, Osmanlı denen o it sürüsü , ekonomi sıkışınca ona buna sefer yapmış, şah ismaile götü yemeyince hırsından kendi vatansaşı masum alevileri katletmiş, bugünkü ışid neyse o günkü osmanlıda odur, 600 yılda yaptığı saray ve cami , git bak 600 senede iranda avrupada sanat, kültür ne düzeye gelmiş?istediğini yaz, havlayan köpek ıssırmaz
+Atalay Alsancak padişahında ak osmanlının da. Ne hayal gücün varmış dır dırdır malın oğlu benim muhafazakar osmanlıcı vs olduğumu nerden çıkardın? İftira yalan dolan konuşmussun. He mevlanayla hacı bilmem kimle büyüdünüz yol al şizofren.
+Atalay Alsancak sen ne salak bişeysin tayyipci yapmışsın beni , maden işçilerinden bahsetmişsin sen nasıl bi manyakmışsın uzak dur benden deli :) hay ak okuyunca ürperdim ak un şizofreni :)
hadi len ordan......
Değişik formlarda söylenegelen bu ilahi, şairi Halvetî büyüklerinden Bezcizâde Mehmed Muhyiddin k.s. hazretlerinin ruhunu incitecek kadar farklı maksat ve anlamalara alet edilmektedir maalesef. Çünkü manzumeyi bir deyiş yahut türkü tarzında seslendiren bazı kimseler, ilahide kendi ideolojilerine destek bulduklarını düşünmektedir. Gerçi bu suistimal hususi bir kastın değil, cehaletin eseridir. Bilhassa “Sayılmayız parmağ ile / Tükenmeyiz kırmağ ile” ve “İmam Ali’dir ulumuz” mısraları, kendilerini Ehl-i Sünnet dairesinin dışında tutan bazı çevrelerce, çizgilerinin ve bu çizgideki ısrarlarından dolayı maruz kaldıklarını düşündükleri şiddete meydan okumanın ifadesi gibi anlaşılmıştır. Halbuki biraz araştırılsa, bunun böyle olmadığı, Mehmed Muhyiddin Efendi’nin bu nutk-ı şerifini, 17. asırda tasavvuf ehline karşı besledikleri ölçüsüz husumetle maruf Kadızâdeliler taifesine verilmesi gereken bir cevap sadedinde kaleme aldığı fark edilecektir. İlahiyi bizim de doğru anlayabilmemiz için evvela şu Kadızâdeliler meselesini hatırlamamız lazımdır öyleyse.Kadızâdeliler, hemen her devirde karşılaştığımız tasavvuf aleyhtarlarının, yine her devirde dile getirilen benzer iddia ve ithamlarla, bu aleyhtarlığı düşmanlığa kadar vardıran tekfirci, müfrit tutumlarının 17. asır İstanbul’undaki tipik bir örneğini temsil eder. Tasavvuf ehline karşı zaman zaman devlet desteğini de arkasına alarak elli yıldan fazla sürdürülen bu düşmanlık, başlangıçtaki ilmî tartışma zemininden çıkarak dergâhların basılıp yağmalanmasına, dervişlerin darp edilip öldürülmesine kadar büyür. Bu düşmanlığın fitili IV. Murat döneminin Ayasofya camii vaizlerinden Kadızâde Mehmed Efendi tarafından ateşlenmiş, onun görüşlerine sahip çıkan selefîlik iddiasındaki diğer zâhir uleması Kadızâdeliler diye anılmıştır.Kadızâde Mehmed Efendi ve takipçileri İbn Teymiyye’nin tesiri altında tasavvufun bid’at olduğuna hükmetmişlerdir. Semâ ve devran zikrine; ezanın, mevlidin, Kur’an-ı Kerim’in makamla okunmasına, tasliye ve tarziyeye, yani Efendimiz s.a.v.’e salât ü selam getirilmesine ve Sahabe-i Kiram’ın “radiyallahü anh” diye anılmasına, türbe ve kabir ziyaretlerine, musafahaya karşı çıkarlar. Tütünü ve kahveyi haram kabul eder, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in ebeveyni ile Muhyiddin-i Arabî k.s. hazretlerinin kâfir olduklarını, devlet katında işlerin görülmesi için memur ve amirlere verilen para veya hediyenin rüşvet sayılmayacağını savunurlar. Bu ve benzeri iddia yahut itirazlarına muhalif olanları tekfir ederek onların katlini vacip görürler.Kadızâdelilere ilk muhalefet, o devrin Halvetî şeyhi Abdülmecid Sivâsî k.s. hazretlerinden geldiğinden, bu şiddetli ihtilafın tarafları Kadızâdeliler ve Sivasîler diye tesmiye edilmiştir. Kadızâdelilerin, Abdülmecid Sivâsî hazretlerinin halifesi Abdülkerim Çelebi’ye gönderdiği bir mektupta, “semâ ve devranı terk etmezlerse tekkelerinin basılacağına, kendisinin ve müritlerinin öldürüleceğine; dergâhlarının temeli kazılıp toprağı denize dökülmedikçe orada namaz kılınmasına müsaade edilmeyeceğine” dair tehditler, sanırız onların tutumlarını anlatmaya kâfidir.Kadızâdelilerin nifaka yol açan iddiaları, şiddete bulaşmaları, devletteki tayin ve terfilere giderek daha çok müdahale etmeleri zamanla sarayın hoşnutsuzluğunu celbetmiş, nihayet Fatih Camii’nde bir kalkışma için toplanmaları bardağı taşıran son damla olmuştur. Bir cuma günü ezan ve naat-ı şerif okuyacak müezzini susturmak, İstanbul’daki bütün tekkeleri yakmak, selâtin camilerinde tek minare kalacak şekilde diğer minareleri yıkmak, tecdîd-i iman teklifine yanaşmayan dervişleri öldürmek üzere Fatih Camii’nde toplanacaklarını haber alan devlet, nasihat fayda vermeyince hepsinin katline ferman çıkarmış, fakat daha sonra bu ceza sürgüne çevrilerek Kadızâdeli belası böylece def edilmiştir.İlahinin başında “zâhid” diye anılan muhatap, işte bu Kadızâdeli zihniyetiyle mâlûl vaiz yahut hocalardır. Zâhid, aslında zühd sahibi demektir ki zühd, yani dünyaya nispetle ahireti öncelemek; fani hayatın değil, ebedi hayatın saadetini gözetmek ve buna göre yaşamak manasına, dervişlerin de ulaşmayı arzuladığı bir makamdır. Fakat tasavvuf şiirinde zâhid, İslâm’ın zâhirinde kalan, müsamahasız, muhabbetsiz, hırçın, dar görüşlü, müslümanları her fırsatta cehennemle korkutan, icat ettikleri haramlarla mübah alanını sürekli daraltan, insanların meşrep ve meslek farklarını dikkate almayan sevimsiz bir tipi temsil eder. “Rind” denilen babacan ve gösterişten uzak karakterin zıddıdır.Zâhid’e bazı tasavvufî metinlerde yüklenen bu hususi ve olumsuz manayı zühd halinin reddi gibi anlamak yerine, bütün iticiliği, inadı ve husumetine rağmen tasavvuf düşmanlarını İslâm’ın dışına çıkarmayan, hatta onların bu tutum ve davranışlarını samimi ama cahilce bir zühd çabasına dayandıran bağışlayıcı bir yaklaşımın ifadesi gibi anlamalıdır. Böylelerinin samimiyetine inandığı içindir ki Mehmed Muhyiddin Efendi, “Zâhid bize, yani tasavvuf ehline ta’n eyleme” diye başlıyor söze. Ta’n etmek, kınamak, ayıplamak, kötülemek demek. Dilleri her daim Hak ismini okuyan, zikrullahla meşgul olan dervişlere ta’n eylemek elbette bühtandır. Sonra Kadızâde anlayışına bir ikazda daha bulunuyor ve “Sakın efsane söyleme” diyor. Bu mısradaki “efsane söylemek”ten kasıt, tasavvuf ve tarikatların asılsız, uydurma, yani bid’at olduğunu iddia etmektir. Halbuki bütün tarikatlarda meşayih silsilesi Hazret’e varmakta, Rasul-i Zîşân s.a.v. Efendimiz’e bağlanmaktadır.“Sayılmayız parmağ ile / Tükenmeyiz kırmağ ile” mısraları, kemiyete dayalı bir meydan okuma değildir. Burada tasavvuf terbiyesiyle kazanılmış bir keyfiyetin, dervişleri öldürüp sayılarını azaltmakla yok edilemeyeceği anlatılmaktadır. Nefslerinden geçerek tevhide ulaşmış sofilerin bâtınî hallerinin hakikatini, tasavvufa yabancı, o halleri yaşamamış insanlardan sorarak öğrenmek de idrak etmek de muhaldir. Onlar Hak Tealâ’ya varmak için Halvetî yolunda yürüyen dervişlerdir. Bunun için cihad-ı ekber’e yani nefs ile cihada koyulmuşlardır. “İmam Ali’dir ulumuz” mısraındaki İmam Ali, Mehmed Muhyiddin Efendi’nin mürşidi olan ve daha ziyade İdrîs-i Muhtefî lakabıyla tanınan, devrin meşhur melâmîlerinden Şeyh Hacı Ali Efendi k.s. hazretleridir.Mehmed Muhyiddin Efendi, Halvetî olmakla beraber ehl-i sünnet dairesindeki bütün tarikat ve meşrepleri hürmetle kabul ettiğini, “Erenlerin çoktur yolu / Cümlesine dedik belî” mısralarıyla anlatır. Melâmî meşrep olmaları sebebiyle onları görenler deli zannetmektedir ama tasavvuf ehli nezdinde Allah yolundaki delilik akıllılıktan yeğdir. Tasavvufta delilikten daha aşağı görülen akıl, “akl-ı meaş” denilen ve dünya nimetlerinden faydalanmak için kullanılan beşerî akıldır. Delilikten maksat ise dervişin aşkla kendinden geçmesi, dünyaya meyl etmemesidir. Fani olana aldanılmadığını gösteren bu tavır, delilik gibi görünse de aslında akl-ı meâd denilen ve ahiret saadetini kazanmak için kullanılan kalbin aklına tabi olunduğuna delalet eder. Dolayısıyla kimin gerçekten deli, kimin gerçekten akıllı olduğuna zâhire bakarak karar vermekten kaçınmak gerekir.Nitekim manzumede “Usludan yeğdir delimiz” mısraından hemen sonra “Tevhîd eden deli olmaz” denilmektedir. Zira tevhîd etmek, kesretin arkasındaki vahdeti görmek, Cenab-ı Mevlâ’nın varlığına, birliğine, kudret ve azametine şahit olmak, ancak akleden bir kalple mümkündür. Böyle bir kalple Allah diyenler, yalnızca Kâdir-i Mutlak olan Rabbinden isteyip tam bir teslimiyetle O’na sığınanlar, kendilerine vaat edilen nimetlerden mahrum kalmayacaklardır. Dervişlerin gönülleri zikrullahla her seher açılan ve solmayan bir gül gibi, her dem baharı yaşatmaktadır onlara. Bahar, İslâm’ı Sahabe-yi Güzîn hassasiyetiyle yaşamakla nail olunan Cemâl tecellileridir.Mehmed Muhyiddin hazretleri son kıtada, mürşid himmetiyle kalbine yerleşecek ilâhî aşkı cana minnet bileceğini söyledikten sonra, “Elif Allah, mim Muhammed / Kisvemizdedir dâlimiz” buyuruyor. “Elif Allah, mim Muhammed” mısraı, bu sözlerle başlayan ve sıkıntılı bir halden selamete çıkmak için yapılan bir duaya yahut Allah’ın birliğine ve Efendimiz s.a.v.’in muhabbetine işaret ediyorsa eğer, “Kisvemizdedir dâlimiz” mısraını ayırıp bununla, dört diliminde motif olarak dâl harfleri bulunduğu için “dâl tac” diye adlandırılan Halvetîlere mahsus bir başlığa göndermede bulunulmuş diyebiliriz. Tabii asıl anlatılmak istenen bu kisvedeki dâl harflerinin sayısı ve tertibine yüklenen manalar olmalıdır ki hayli teferruatlıdır. Son iki mısraı birlikte düşündüğümüzde ise, zikredilen elif, dâl, mim harflerinin “âdem” kelimesini vermesinden hareketle, şairin melâmî meşrep biri olarak âdemiyeti dışında bir kisveye iltifat etmediği manasına da ulaşabiliriz.Hülasa, manzume boyunca zikredilen hal, hareket ve alametler, dervişlerin tarîk-i Muhammedî’de olduklarına delildir ve bu yolda yürüyenlere ta’n eylemek insaf değildir
Makedonya'daki Harabati Baba Tekkesi'nde yaşayan Alevi- Bektaşi dervişler, tekkenin 2002 yılından beri Selefi bir grubun işgali altında olduğunu ileri sürdüler. Bu gruptan olduğu iddia edilen Cumali adlı kişi ise, Osmanlı mirası tekkenin geri alındığını söylüyor
bu bilgi kaynaği nerden seda
Alevi deyişi olan bu deyişi kimse farklı yerlere çekmesin. Bırakın insanlıkla uğraşmayı, uslanın artık.. İnancı her seferinde siyasete alet etmeyin ve inançlara siyasi bir kültür yüklemeyin !
Aksine bu bir bektaşî nefesidir.
ruhi su efsane ya :)
1 beğenmeyen, Sultan Süleyman.
sasirmadim yezitdin dölu bunlar
Daha Osmanlı'da şehzadelerin yemin ettiği törende söylenen sözlerin Alevilerden geldiğini bilmeyen var mı ? Yemin olsun Bektaşa HUUUU adlı kısmı demem yeterlidir sanırım
@Müzik Hastası eeh konu Alevilerle ne alakası var
@Müzik Hastası yemin törenindeki sözler alevilikten değil bektaşilikten gelir bektaşilik yeni çeri ocağının bağlı olduğu tarikattır
Direneceğiz !
herkez kendi dilini istediği gibi konuşsun.
Hyatımda bu adamın sesi kadar kalın bi ses duymadım :D
Ona davudi ses denir
En kalın sese ne denir sence (!)
biz ayrılmayızzanadolu da bizimortak vatnımız.
Dengekê pîr xweşe.